SEÇİLMİŞ YAZILAR

Yankı Odasında Yaşamak

Prof. Dr. Acar Baltaş

(Bilişsel Çelişki Ve Güncel Siyaset)

Bu yazı 2014 yılında yazılmış ve biraz farklı bir düzenlemesi “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker” (Akıllı İnsanlar Neden Yanlış Kararlar Verir) kitabında yayınlanmıştır. Pazar günü İstanbul Belediye Başkan adayları arasında yaşanana tartışma programından sonra gelişen ve birçok kişinin anlamakta zorluk çektiği olaylara anlam verilmesini kolaylaştırmak amacıyla yazıyı tekrar dikkatinize sunuyorum.

İnsanlar sanıldığı gibi akılcı canlılar değil, akla uyum sağlamak için bahaneler üreten canlılardır. Bugün Türkiye’de politik ortamda pozisyon almaya çalışan medya ve onların seslendiği halk kitleleri, kendilerini yakın tarihte ender görülecek büyüklükte bir sağırlar diyaloğunun içinde bulmuş durumdadır. Benzer bir tartışma, yakın zamanda spor alanında Fenerbahçe’yle ilgili şike kararı çerçevesinde de yaşanmıştır. Benzer durum Pazar akşamı yaşanan siyasi tartışma için de geçerlidir. Ülkedeki yabancı birinin, ortaya yasal ve yasal olmayan yollardan dökülen bilgilere veya herkesin gözünün önünde cereyan eden televizyon programına bakarak, yorumlardaki derin farklılığı anlaması mümkün değildir. Bu olaylara farlı cephelerde yer alanların bütünüyle farklı yorumlar yapmasının nedenini anlayabilmek için psikolojinin temel kavramlarından birini tanımak yardımcı olacaktır.

İnsanlar temel inançları ile çelişen bir durumla karşılaşırlarsa, aşırı bir rahatsızlık ve zihinsel stres yaşarlar. Buna bilişsel çelişki (cognitive dissonance) denir. Leon Festinger’in bilişsel çelişki kuramı, insanların iç çelişkilerini çözme biçimine odaklanmıştır. Festinger hipotezini iki temel üzerine oturtmuştur. Birincisi, çelişki sonucunda psikolojik olarak rahatsızlık duyan kişi çelişkiyi azaltmak ve kendi içinde uyum sağlamak arayışına girer. İkincisi, çelişki aşikar olarak ortadaysa bunu azaltma çabalarının yanı sıra kişi aynı zamanda bu çelişkiyi ortaya koyan bilgi ve durumlardan aktif olarak kaçınma yolunu seçer. Böyle bir durumda imkan varsa dış gerekçelere sığınır, eğer buna imkan yoksa kendisi gerekçe üretir.

Kendine yalan söylemek

Zihinsel çelişki kuramı, insanların kendi beklenti ve tutumlarıyla gerçek dünya arasında sürekli olarak uyum aradıkları esasına dayanır. Bu nedenle insanlar bir çelişkiye düştüklerinde kabullerini ve davranışlarını uyumlu hale getirerek bu çelişkiyi azaltmaya çalışırlar. Böylece sağlanan uyumla psikolojik gerginlik azalır. örneğin tatlıyı seven ve diyet yapmaya karar veren bir insan, Festinger’e göre kendisine tatlı ikram edildiğinde yaşadığı çelişkiyi üç yolla azaltabilir. Birincisi, kavrama yüklediği anlamı, dolayısıyla davranışını değiştirebilir. “Tatlı bana zararlı” der ve tatlı yemekten bütünüyle vazgeçer. İkincisi, karşılaştığı duruma yüklediği anlamı değiştirebilir. “Arada sırada kaçamak yapmanın bir zararı yoktur” der. üçüncüsü, tutumunu veya aldığı kararı yeni kavramlarla yorumlayarak davranışını meşrulaştıracak koşullar oluşturur. “Günde yarım saat egzersiz yaparım ve tatlı yeme hakkımı kullanırım” der ve tatlıyı yer. Zihinsel çelişkiyi önlemek ve gerginliği azaltmak için en sık ikinci yöntem kullanılır. Bu durumda kişi durumu yeniden ve farklı bir şekilde yorumlar. örneğin, sigaranın zararlı olduğu gerçeğini reddedemeyen bir annenin şöyle dediğini duydum: “Hayatım o kadar düzenli ve iyi anne olmak için o kadar çok çaba harcıyorum ki, bu kadarcık yanlış yapma hakkını kendime veriyorum.”

İnançlarımız, sorgulamadığımız temel kabullerimizdir. Bunlar en derindeki değerlerimiz aracılığıyla davranışa yansır. Dünyayı ve olayları inanç ve değerlerimize göre algılar ve yorumlarız. Bu nedenle insan temel inançlarıyla çelişen yeni bir durumla karşılaştığında gerginlik yaşar. Bu inancın bedeli ne kadar ağırsa, kişinin inançlarını değiştirerek bu çelişkiyi çözmesi o kadar zorlaşır. Dolayısıyla, kişi ortaya çıkan durum veya olguyu reddetme, yalanlama ve değiştirme yoluna gider. Bu arada kendi inancında olan insanların desteğini arayarak başkalarını ikna etmeye ve taraftar toplamaya çalışır.

Bilişsel çelişki kavramını ortaya koyan Leon Festinger, 1956 yılında yayınladığı Kehanet Boşa çıktığında (When Prophecy Fails) kitabında dünyanın UFO’lar tarafından işgal edilip kıyametin kopacağı ve sadece kendilerinin hayatta kalacaklarına inanan bir tarikatı anlatmıştır. Tarikat üyeleri, liderlerinin kendilerini topladığı yer ve saatte UFO işgalinin gerçekleşmeyip kıyametin de kopmadığını, dünyanın da yerli yerinde durduğunu görünce kuvvetli bir zihinsel çelişki yaşamışlardır. Bu durumda, enayi yerine konduklarını, servetlerini boşa harcadıklarını ve aldatıldıklarını kabul etmeleri gerekir. Ancak tarikat üyelerinin çok büyük çoğunluğu, bu fiyaskoyu liderlerinin de yardımıyla farklı bir şekilde çözmüştür. Onlara göre uzaylılar, tarikatlarını ödüllendirmek ve onları güçlendirmek için ikinci bir şans vermiştir ve daha çok insanı ikna ederek kurtarmaları için kıyameti ertelemiştir. Böylece grup kendini toplamış ve daha fazla taraftar edinmek için harekete geçmiş, bunun sonucunda da gücünü daha çok artırmıştır.

Günümüzde bir taraftan kuvvetle ve yüksek sesle ileri sürülen yolsuzluk söylentileri, diğer taraftan ise bunun komplo olduğu iddiaları aynı güç ve yüksek tonda dile getirilmektedir. Yapılan kamuoyu araştırmaları ise iktidar partisinin yolsuzluk söylentilerinden, “yelin kayada yaptığı aşındırma” ölçüsünde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Yakın zamanda yapılmış bir araştırma, iktidar partisi seçmeninin sadece yarısının rüşveti kabul ettiğini, ancak yine de bu durumun oy tercihlerini değiştirmeyeceğini ortaya koymuştur. Bu gelişmeler psikoloji disiplininin ortaya koyduğu önemli bir kavram konusunda sistemli bilgiye sahip olmayanları şaşırtmakta ve “halkın zekası” konusunda tartışmalara neden olmaktadır.

Teşvik edilen uyum paradigması

Festinger’in 1959 yılında yaptığı klasik deneyinde sıkıcı ve zorlayıcı bir araştırmaya katılan deneklere, kendilerinden sonra araştırmada yer alacak olan katılımcılara, günümüzdeki karşılığı 10 ve 150 dolar karşılığında, deneyin ilginç ve eğlenceli olduğunu söylemeleri istenmiştir. Gerçek dışı beyanları için az para alanlar, söylediklerine gerçekten inandıklarını belirten gerekçeler üretmişler ve böylece yaşadıkları bilişsel çelişkiyi çözmüşlerdir. Yüksek ödeme karşılığı gerçek dışı beyanda bulunanlar ise, gerginliklerini azaltacak bir dış neden üretmişlerdir. “Bunun kimseye zararı yok. Kendileri yaşayacak ve görecekler. Belki bazıları yaptıklarını sevecek”. Bu sonuç, aşağıda anlatılan “karşılıklılık ilkesi” ile birlikte değerlendirildiğinde ortaya beklenmedik sonuçlar çıkmaktadır. İnsanlar yüksek bedel karşılığında fikirlerini değiştirirlerse, kendilerini satılmış gibi hissetmekte ve zihinsel çelişkilerini çözmek için kendilerine, çevreleri tarafından kabul edilmesi daha zor gerekçeler üretmek zorunda kalmaktadırlar. Bu nedenle ödülün küçük olması ve karşılıksız gözükmesi önem taşımaktadır.

Özgür seçim paradigması

İkiyüzyirmibeş kadından bir ev aletini değerlendirmeleri ve daha sonra da bu aletlerden birini hediye olarak almaları istenmiştir. Daha sonra kendilerinden ikinci kez değerlendirme yapmaları istendiğinde, seçtikleri alet konusunda daha iyi, seçmedikleri konusunda da daha olumsuz değerlendirme yaptıkları görülmüştür. Çünkü reddedilen aletin iyi bir yönünü vurgulamak çelişki doğurmaktadır. İlginç olan benzer sonuçların 4 yaşındaki çocuklarda ve maymunlarda da tekrarlanmış olmasıdır. Bu özellik Mö 6 yy da yaşamış Ezop tarafından üzüm ve tilki hikayesinde ortaya konmuş ve Ezop’un “kıssadan hissesi”, dilimizde “kedi uzanamadığı ciğere mundar” der şeklinde ifade edilmiştir.

Taraf olmak

Spor medyasında Fenerbahçe’nin adının karıştığı şike olayıyla ilgili olarak da benzeri bir durum söz konusudur. Fenerbahçe taraftarı olmayanlar, dinleme kayıtlarında ortaya dökülen bilgilerden yola çıkarak, maç sonuçlarını etkileme girişimleri konusunda hiç şüphe duymamaktadır. Diğer taraftan takımlarına gönülden ve samimi duygularla bağlı olan taraftarlar; ya olayın bütünüyle komplo olduğunu ve belirli çevreler tarafından “tezgahlandığını” ya da girişimlerin sahaya yansımadığını ve dolayısıyla ortada şampiyonluğa gölge düşürecek bir durum olmadığına inanmaktadır.

Gerek siyasi, gerekse spor alanında yaşanan her iki durumda da, olayların alevlenmesinden bir süre sonra ortaya çıkan gerçekler ne olursa olsun, taraflar fikirlerini değiştirmemişler, tam tersine ortaya çıkan her yeni bilgiyi kendi görüşlerini güçlendirecek bir kanıt olarak değerlendirmişlerdir. Bunun nedeni insanların önemli konularda karar verirken kendilerine sordukları üç soruyla ilgilidir:

1. Ben kimim?
2. Bu nasıl bir durum?
3. Benim gibi biri bu durumda ne yapar?

Bir futbol taraftarı olmak akıl ve mantıkla ilgili değil, duygularla ilgili bir seçimdir. Bu nedenle Fenerbahçe taraftarı olan bir kişinin “benim takımım şike yaptı” ve “haksız bir şampiyonluk elde etti” demesi imkansıza yakın biçimde zordur. Bunun yerine “hayır yapmadı”, “başkaları da yapmıştı”, “Türkiye’de herkes yapıyor”, “biz şike yaptığımız için değil birileri bize düşman olduğu için bu duruma düştük” diyerek zihinsel çelişkiyi ortadan kaldırır. Bu gerekçeleri ne kadar yüksek sesle ve sık tekrar ederse, kendisi de o kadar çok inanır. Benzer durum siyaset alanı için de geçerlidir.

İnsanlar önemli bir konuda karar verirken mantıki gerekçelerle değil, temelini yukarıda sıraladığımız üç sorudan alan kimlikleriyle ilgili karar verirler. Bu süreçte mantıklı bir akış, fayda ve maliyet hesabı yoktur. Kimlik sadece sanıldığı gibi ırk, milliyet, din ile sınırlı değildir. İyi anne-baba kimliği, iyi taraftarlık kimliği, iyi Müslümanlık kimliği, iyi Atatürkçülük kimliği, çağdaş insan olma kimliği gibi farklı alanlarda da karar süreçlerinde belirleyicidir. Bu nedenle bir insanın kimliğini ihlal eden değişim çabaları başarısız olur.

Türkiye’de yaşanan politik ve sportif gerilim bu bilgiler çerçevesinde incelendiğinde, sağırlar diyaloğunun nedeninin anlaşılması daha kolay olacaktır. Böylece de, oluşturulacak stratejilerin ve gelecekle ilgili beklentilerin daha gerçekçi temellere dayanması mümkün kılınacaktır.

Bilişsel çelişki yıkılır mı?

öncelikle belirteyim ki, aşağıda kullandığım inanç kavramı, dini inancı işaret etmiyor. Hayatın içinde oluşturduğumuz temel kabuller anlatılmak isteniyor (basic belief). örneğin “Bizim partimiz iyidir (bu nedenle haram yemez)”; “Bizim takım şereflidir (bu nedenle şike yapmaz)”; “Bizim milletimiz asildir, geçmişinde utanılacak bir şey yoktur (bu nedenle kimse bize hata veya yanlış yaptığımızı kabul ettiremez).

1) İnançları yıkmak çok zordur. Einstein’ın sözü benzetme değil, gerçektir. “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur”.

2) Bir bilişsel çelişki yaşandığı durumda, insanlar kendi inançlarını besleyecek bilgi kanallarına yönelirler. Böylece kendilerine sunulan bilgiyle inançlarını tazelerler.

3) İnsanlar inançlarına aykırı bilginin verildiği kanallara karşı kulaklarını ve gözlerini kapatırlar. Onları yalancı ve güvenilmez olarak niteleyip, kendilerini zor durumda bırakacak ve cevap veremeyecekleri ayrıntılara hiç girmeyip, iddiaları tümden geçersiz kılarlar (“Bu dava bütünüyle çöp”, “Kaset üzerinden siyaset yapmak ahlaksızlıktır”.)

4) İddialara karşı ne kadar çok ses çıkartılır; güçsüz, zayıf ve ilgisiz de olsa, karşı argümanlar ne kadar çok kere tekrarlanır ve ne kadar çok kişi tarafından dillendirilirse, kendi tezlerine inançları o ölçüde güçlenir. (TV deki tartışma programlarında aynı argümanların tekrarlanması) Bu tüm taraflar için geçerlidir.

5) İnanca aykırı bilginin geldiği kaynağın güvenirliği (credibilty) önem taşır. Bu nedenle o kaynağın güvenirliğini yıkmak, inancı sağlamlaştırır, inanca karşı olan bilginin önemini azaltır ve değersizleştirir. (Bu nedenle düşman ilan edilen cepheye her gün daha ağır suçlama ve hakaretler tekrarlanmıştır)

6) Geçmiş söylemlerle ilişkili çelişkilere ise hiç aldırılmaz ve bunlar kendi konuşmalarında konu edilmez. Doğrudan cevap verilmesi gereken durumda “safmışız, kandırıldık” ifadesiyle, bütün karşı argümanlar cevaplanmış ve çelişkiler açıklanmış sayılmıştır.

7) (Yapılan araştırmalarda) İnsanlara ikinci bir seçenek için kapıyı açık bırakacak bir seçim şansı verilmezse, kendi görüşlerine olan bağlılıklarının güçlendiği bulunmuştur. (Bu nedenle “CHP ve MHP ruh ikizi”,” bunların ikisi de ahlaksız”, iki muhalefet partisi ve paralel yapı aynı oyunun aktörleri, “Bu Kurtuluş Savaşı…vb) (AKP’nin değerlendirmesi AKP oylarından CHP ye kayma olmayacağı, kaymanın MHP ye olacağı yönündedir, bu nedenle Alo Fatih hattında”MHP den al BDP ye ekle” talimatı gelmiştir).


8) Bütün bunların dışında oy verenlerin kararlarına etki edecek bir faktör daha vardır. Bu faktör de temelini 1971 yılında Dennis Regan adlı bir psikolog tarafından ortaya konmuş olan “karşılıklılık kuramı”ndan almaktadır. Regan’ın ortaya koyduğu, daha sonra da çok sayıda araştırmacı tarafından doğrulanan “karşılıklılık ilkesine” göre, bir kişi kendisine karşılıksız olarak bir şey verildiğinde, bir borçluluk duygusu yaşar ve bundan rahatsızlık duyar. Bu nedenle de mutlaka karşılık vermek ister. Kendisine verilenin büyük olmaması ve bu alış veriş sırasında kendisinden bir talepte bulunulmaması, karşılık verme isteğini güçlendirir. AKP yönetimi uzun yıllardır ülke sathında yaptığı karşılıksız yardımların karşılığını, dün olduğu gibi, bugün de alacağını bilmektedir.

Seçime yansıma

Bu seçimlerde oylarda büyük bir kayma beklememek gerekir. çünkü bugün kitleleri arkasına alacak bir muhalefet yapılanması yoktur. İktidara en yakın olması beklenen ana muhalefet partisi zaman içinde ülkenin büyük bir bölümünün ruhu tarafından kara listeye alınmıştır. Bunun üç nedeni vardır.

Birincisi 1990 dönemindeki belediyecilik anlayışının, bütünüyle yolsuzlukla şekillenmiş olmasıdır. Bu noktada, yukarıda açıkladığım nedenlerle, CHP yönetimi çok büyük bir fırsat kaçırmıştır. Son genel seçimlerde CHP Türkiye’nin yarısında yüzde bir ile on arasında oy almıştır.

İkinci neden ne CHP’nin, ne de diğer partilerin bir kitle partisinin sahip olması gereken örgüt yapısına sahip olamamalarıdır. Örneğin CHP içinde gençlik ve kadın kollarının sadece isimleri vardır. Bu örgütün, bulundukları bölgelerde sadece seçim zamanı değil, sürekli olarak hakla temas halinde olması, ev ziyaretleri yapması ve parti görüşü doğrultusunda ortak bir anlayış ve duygu birliği oluşturması gerekir. Bu örgüt üyelerinin belirli zamanlarda merkezde toplanarak eğitilmeleri gerekir.

Bunların dışında iktidara talip bir partinin belirli konularda uzmanlaşmış milletvekilleri ve bu vekillerin çekirdeğini oluşturdukları bir gölge kabinesinin bulunması gerekir. Bugün bu niteliklere sahip bir muhalefet partisi yoktur. Muhalefet partilerinin liderlerinin muhalefet anlayışı, Salı günkü grup toplantılarında çözüm içermeyen eleştirilerle, iktidarı eleştirmek ve karalamaktır.

Üçüncü neden, dini inanç üzerine şekillenen bir hayat tarzının, dünyayı ve olayları yorumlama biçimini öne çıkartan bir zihinsel yazılım programlamasının cami, Kur’an kursları, küçük gruplar içindeki sohbet toplantıları ve imam hatip okullarıyla çok uzun bir süredir yapılmış olmasıdır.

Sonuç

İktidar partisi cephesindeki rahatlık ve meydan okuma; kendi içinde bu yapıları oluşturmak ve yıllar içinde atılmış olması gereken doğru adımları sabırlı ve tutarlı olarak atmış olduğunu bilmekten kaynaklanmaktadır. İktidara talip olan bir siyasi partinin de önündeki yol, seçim zamanı reklam şirketlerinin yapacağı kampanyalardan ve kerameti kendinden menkul danışmanlardan medet beklememektir. Bayrak ve afiş asma yarışının sonuçları etkilemediği bilinmektedir. Bu nedenle sonuç almak isteyen bir siyasi yapılanma, bu tür umutsuz ve yararsız para dökme girişimlerden vazgeçip, güçlü bir örgüt yapısı oluşturarak ev ev dolaşıp ihtiyaçları dinlemeli ve kendi çözümlerini anlatmalıdır.

Kaynaklar:

Festinger, L., Riecken, H. W., & Schachter, S. (1956). When prophecy fails.
Festinger, L., & Carlsmith, J. M. (1959). Cognitive consequences of forced compliance. The Journal of Abnormal and Social Psychology, 58(2), 203.
Brehm, J. (1956). Post-decision changes in desirability of alternatives. Journal of Abnormal and Social Psychology, 52(3), 384–389.
Festinger, L. (1962). Cognitive dissonance. Scientific American, 207.
Harmon-Jones, E. (2002). A cognitive dissonance theory perspective on persuasion. The persuasion handbook: Developments in theory and practice, 99-116.
Regan,R.T. (1971). Effects of liking on compliance. J. of Experimental Social Psychology, 7.

  • Makaleyi Paylaş >
© BALTAS 2020 Tüm hakları saklıdır.