Kötü insanlar büyük ihtimalle bir gün cezalarını bulurlar mı? Yoksa bu boş bir teselli midir? Yanlış şeyleri sadece kötü insanlar mı yapar? Acaba durumun bundan daha karmaşık olma ihtimali olabilir mi?
Araştırmalar konunun düşünülenden çok daha karmaşık olduğunu ve bu tür davranışlar göstermenin neredeyse genel insan doğasının bir parçası olduğunu ortaya koyuyor. Sonuçta, pek çok canlının hayatta kalmak için kendisini olduğundan farklı göstererek düşmanlarından saklandığı veya onları korkutarak uzaklaştığı bilinen bir gerçektir. Dahası, yaşamı sürdürmek için vazgeçilmez bir gereklilik olan avlanma faaliyeti, temel olarak avını kandırmayı içerir. (Bu konuda en mahir canlılardan biri olan ahtapot, “Ahtapottan Öğrendiklerim” belgeseline konu olmuştur).
Çoğunlukla insanları hile yapmaktan, başkalarını aldatmaktan ve kural dışı davranmaktan alıkoyacak şeyin fayda-maliyet ilişkisi olduğu düşünülür. Suçu meşrulaştırmak kavramı (The Simple Model of Rational Crime), 1992 Nobel ödüllü Gary Becker’e aittir (1). Becker, çok önemli bir iş randevusuna geç kalmamak için park cezasını göze alarak arabasını doğru olmayan bir yere park etmeye karar vermiş ve daha sonra yanlış davranmanın fayda ve maliyetini karşılaştıran bu yaklaşımı kuramsal bir model olarak genellemiştir. Yazılı ve görsel medyada da cezaları artırmanın (yanlış davranmanın maliyeti) kural dışı davranışları önleyeceği konusunda sıkça görüş belirtildiğini görürüz. Ancak yapılan yeni araştırmalar, “fayda-maliyet” ilişkisi yaklaşımının, aldatma ve kural dışı davranma konusunda son derece sınırlı bir geçerliliğe sahip olduğunu ortaya koymuştur (2).
İnsan, hem aynaya bakıp kendini toplumun saygıdeğer bir üyesi olarak görüp iyi hissetmek ister, hem de toplumun diğer üyelerinin aleyhine olsa da karşısına çıkan özel imkânlardan yararlanmak ister. Bu halk arasında, “hem karnım doysun hem de somunum tam olsun” diye ifade edilmiş olan durumdur. Sonuçta, bunlar birbirleriyle çelişen isteklerdir. Ancak esnek zihinsel becerimiz ve olayları rasyonalize etme (akla uydurma) yeteneğimiz sayesinde, biraz hile yapmakla veya kural dışına çıkmanın, hem saygınlığımızın zedelenmeyeceğine hem de durumun bize sağladığı imkândan faydalanacağımıza inanırız. Bu nedenle bir siyasetçi, akrabalarını kayırmasını kutsal kitabın emri olduğunu söyleyerek açıklamıştı.
İnsanların hile yapmasını, yalan söylemesini, başkalarını aldatmasını ve kuralları bilerek ihlal etmesini kolaylaştıran faktörlerden birincisi, işin içinde paranın olmamasıdır. Maddi değeri olan ancak para olmayan bir şeyi alan hırsızlık yaptığını düşünmez. Bir araştırmada, öğrenci yurdunda ortaya altı tane kola ve altı tane bir dolar bırakılmış, 72 saatin sonunda paralar olduğu gibi dururken, kolaların yerinde yeller estiği görülmüştür. Bu durum, arkadaşının kalemini aldığı için okulda cezalandırılan oğluna kızan babanın, “Kaleme ihtiyacın varsa bana söyle, ofisten sana istediğin kadar getireyim,” demesine benzer. Parayla doğrudan bağımızı kopardığımız zaman, dürüst olmayan davranışı rasyonalize etmek kolaylaşır. Finans sektöründe ve sanal ortamda hırsızlık yapan, müşterilerin hesaplarında onların haberi olmadan işlem yaparak güvenlerini istismar eden finans kurumu çalışanlarının sorumluluk hissetmemelerinin nedeni budur.
Bir toplumda hile yapan ve kural dışına çıkan çok sayıda insan olması, bu yaklaşımın sosyal kabul görmesine neden olur ve diğer bireyleri de böyle davranma konusunda cesaretlendirir. Sosyal statüsü ne kadar yüksek olursa olsun, “herkesin” küfrettiği ortamda küfretmek ayıp ve terbiyesizlik sayılmaz. Bu nedenle futbol maçlarında seçkin konukların ağırlandığı “protokol tribünü”nde (eskiden Şeref Tribünü denirdi) stadın diğer bölümlerine olduğu gibi küfür duymak yadırganmaz. Benzer şekilde lise son sınıftaki “bütün” öğrencilerin üniversite sınavına çalışmak için, hasta olmadıkları halde rapor aldığı ortamda bu davranış “sahtekârlık” olarak görülmez. Bütün bunların uzantısı olarak her gün gazetede varlıklı insanların, yüksek düzeydeki bürokratların ve siyasilerin yolsuzluk haberlerini okumak bu davranışları “normalleştirmekte” ve sıradan “namuslu” vatandaşların da kendi çaplarında “bal tuttukları zaman parmaklarını yalamalarını” kabul edilebilir kılmaktadır. Hatta bu yolsuzluk haberleri bazıları tarafından “çalıyorlar ama hiç olmazsa çalışıyorlar” diyerek meşrulaştırılabilir. Rüşvet alırken yakalanan alt düzeyde bir memurun, “Siz esas yukarıdaki büyük götürenlere bakın” dediğini gazetelerde sıkça okuruz. Türkiye’de rüşvetin yaygın olduğu bilinir ve herkes bundan şikâyetçidir. Ancak şikâyet edenlerin büyük çoğunluğunun esas rahatsızlığı, kendilerinin de bu çarka dahil olmamasıdır.
Yaratıcı insanların, kural dışı eylemlerini daha iyi rasyonalize eder, daha iyi hikâyeler uydurur ve böylece herhangi bir suçluluk hissetmezler. Yapılan araştırmalarda, muhasebe işiyle uğraşanların reklam sektöründe çalışanlara kıyasla daha az yaratıcı olduğu ve daha az dürüst olmayan davranışlar gösterdikleri saptanmıştır (3)(4).
Hile yapmanın ve aldatmanın, fayda-maliyet analiziyle ilgisi çok zayıftır. Hile yapmak ve aldatmak, birkaç kötü insanın yaptığı bir şey değildir. Finans sektöründe bu duruma en iyi örnek, ayrıntılı olarak belgelenip birçok belgesel ve kitaba konu olan, Enron Vakasıdır Enron’un içindeki ve çevresindeki birçok kişinin yapılan yanlışları görmezden geldiği ve karşılığında da ortaya çıkan imkânlardan yararlandığı görülmüştür. Buna “gönüllü körlük” denmektedir. O dönemde Enron’da danışman olarak çalışan J.P. Barlow şöyle demiştir: “Burada çalışanlar, gerçeği görmekten kendilerini alıkoyacak bir ideoloji geliştirdiler.” Bu durum gönüllü körlükten de öte “aktif körlük”tür. Ariely’nin yıllar içinde 30 bin kişiyi bulan araştırma grubu içinde, arsızca hile yapan 12 kişinin araştırma grubuna yüklediği maliyetin 1500 dolar olduğu saptanmıştır. Biraz hile yapan 18 bin kişinin ise araştırma grubuna yüklediği maliyet 36.000 dolardır. Bu da toplumdaki gerçek durumu yansıtmaktadır. Gelişmiş ekonomilerde toplumun maliyetini ödediği zararın büyük bölümü gerçekte çürük elmalardan değil, sıradan ve saygıdeğer bireylerin durumu biraz kendilerine yontmalarından (biraz hile yapmasından) kaynaklanmaktadır. Buna karşılık gelişmekte olan ve yolsuzluğun yaygın olduğu ve norm haline geldiği ekonomilerde yönetimle işbirliği içindeki iş insanları ülkenin sunduğu her imkanı fırsata çevirerek devleti soyar. Bunun sonucunda zaten düşük olan milli gelirin adaletsiz dağılımına ve fakirliğin yaygınlaşmasına neden olur.
İnsanlara güvenmek, iç huzurunu korumak açısından önemlidir. Ancak insanlara güvenirken, aldatmanın insan doğasının bir parçası olduğunu göz önünde bulundurun ve çevrenizdekilerin, doğrudan sapma payını hesaba katın. Bu nedenle ilişkilerinizi bozmayacak şekilde denetimi elden bırakmayın ve ortamda doğruluktan sapma imkânı sunacak durumları en aza indirmeye çalışın. Böylece sadece kendinizi değil, ilişkide olduklarınızı da korumuş olursunuz.
(*) Bu yazı Remzi Kitabevi’nden yayınlanan Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker kitabından değiştirilerek alınmıştır.