Dünyayı anlamanın yolu, deney yapmaktan geçer. Bilim insanları belirledikleri konular üzerinde defalarca deney yapar ve bulgularını o koşullar için genel geçer bir kurala dönüştürürler.
İnsanları da anlamanın yolu bilimsel deneylerden geçer. Kalbi anlamak için kesmek, hücreyi anlamak için mikroskop altında incelemek gerekir. İnsan zihni de bu kuralın dışında değildir. Yaptığımız şeyi neden yaptığımızı, ne yaptığımızı düşünerek söyleyemeyiz. Aynı biçimde düşündüğümüz şeyi “neden düşündüğümüzü” de düşünerek söyleyemeyiz. Yaptığımızı neden yaptığımız konusunda yanılırız. Bilinçli olarak yaptıklarımızın çoğunu da farkında olmadan yaparız. Peki, bunları neden yaparız?
Davranışlarımızın ve kararlarımızın arkasındaki gerçek motifleri bulup çıkarmak yine bilim insanlarının yaptığı deneylerle mümkün olmuştur. Yapılmış deneylerin ve son 40 yılda biriken bilimsel araştırma bulgularının sonucunda, bugün insanların “öngörülebilir şekilde akıldışı” davrandığını biliyoruz. Böylece kendimizin, aslında önemli kararları düşünerek verdiğini zanneden canlılar olduğunu öğreniyoruz. Biraz daha derine gidince sadece önemli kararların değil gündelik hayatımızdaki sıradan kararların da neredeyse tamamının farkına varmadığımız dış faktörler tarafından yönlendirildiği gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu durum, eşimizi veya partnerimizi seçmek gibi önemli kararlar için de geçerlidir.
İnsan farkında olmadan karşısındaki kişinin jest ve mimiklerini taklit eder (1). Bunun nedeni beynimizde bulunan ayna nöronlardır.
Çevremizde bulunan insanların mimik ve jestleri dışında, arkadaşlarımızın kullandıkları bazı özel kelime ve kavramları da taklit ederiz.
New York Üniversitesi’nde iki psikolog T.L. Chartrand ve J.A. Bargh, laboratuvarlarına davet ettikleri deneklerle fotoğrafçılık üzerine bir sohbet ortamı tasarlamıştır (2). Denekler karşılarındaki araştırmacıların da kendileri gibi araştırmaya katılan birer denek olduğunu düşünmüştür. Bu sohbet sırasında, araştırmacıların yüzünü ovuşturmak, ayağını sallamak gibi çok sayıda jestinin karşılarındaki denekler tarafından taklit edildiği kaydedilmiştir. Daha sonra yapılan görüşmelerde, deneklerin, araştırmacıyı taklit eden jest ve mimiklerinin hiçbir şekilde farkında olmadığı görülmüştür. Görüntüleri izleyen denekler kendi taklit hareketleri konusunda hayretlerini gizleyememişlerdir.
Empati düzeyi yüksek insanlar, karşılarındaki kişilerin jest ve mimiklerini taklit etme konusunda doğal bir eğilime sahiptir. Benzer şekilde, ilişki içinde karşısındaki kişiden beklentisi olanların da daha fazla jest ve mimik taklidi yaptığı bulunmuştur. Örneğin iyi satıcıların, potansiyel müşteri olarak gördükleri kişilerin jest ve mimiklerini taklit ederek uyum geliştirme eğiliminde olduğu bilinir. Bu kişiler sizinle aynı fikirde olurlar, gülerler ve sizi de gülümsemeye veya en azından tebessüm etmeye zorlarlar.
Hollanda’da restoranlarda yapılan bir araştırmada, müşterilerden aldığı siparişi dinlerken “evet” deyip not eden bir garsona kıyasla, siparişi sözlü olarak tekrar eden garsonun yüzde 70 daha fazla bahşiş aldığı görülmüştür (3).
İnsanların, bilgisayardaki sanal bir kişinin kendi jest ve mimiklerini taklit etmesinden de etkilendiği bulunmuştur. Bir üniversite kampüsünde, öğrencilere kimlik kartlarını sürekli taşımalarıyla ilgili bir duyuru yapılmıştır. Bilgisayara yüklenen bu duyuru, ilk uygulamada sanal bir kişi tarafından standart bir şekilde yapılmıştır. İkinci uygulamada bilgisayar ekranındaki kişi, dört saniye farkla kendisini dinleyen öğrencinin mimiklerini taklit etmiştir. Bu zaman farkının nedeni yapaylık algısını önlemektir. Yapılan izleme çalışması sonunda öğrencilerin ikinci türdeki duyuruyu daha gerçekçi buldukları, daha fazla beğendikleri ve verilen mesaja uygun hareket ettikleri bulunmuştur.
Karşı cinsle ilişkilerde insanların ilgisini çeken özellikler uzun yıllar araştırma konusu olmuştur. Araştırmaya konu olan özelliklerden biri de jest ve mimiklerin taklididir. Çünkü yapılan farklı araştırmalarda deneklerin, kendi mimiklerini taklit eden araştırmacıları daha sıcak ve cana yakın hissettikleri saptanmıştır.
Bunun karşı cinsle olan ilişkileri nasıl etkilediğini bulmak için bir Fransız araştırmacı Batı’da yaygın olan “hızlı buluşma” (speed dating) uygulamasını kullanmıştır (4). Bu uygulamaya katılacak kadınlardan bazılarına, verilen ön eğitimde, karşılarına gelecek partnerlerin jest ve mimiklerini taklit etmeleri, ayrıca bazı sözlü ifadeleri tekrarlamaları öğretilmiştir. Örneğin, bu uygulamaya dahil olan kadınlara, “Bunu gerçekten yaptın mı?” sorusuna sadece “Evet,” değil, “Evet, bunu gerçekten yaptım,” diyerek cevap vermeleri söylenmiştir.
Hızlı buluşma oturumunun sonunda araştırmacılar, bütün katılımcılara form vererek karşılaştıkları kişileri değerlendirmelerini istemiş ve bu kişilerle bir daha buluşmayı isteyip istemediklerini sormuştur. Araştırma sonunda karşılarındaki erkeklerin mimik, jest ve ifadelerini taklit eden kadınları daha çekici bulundukları ve ikinci buluşma için daha çok tercih edildikleri görülmüştür.
Renklerin insanların duyguları üzerinde etkili olduğu bilinir. Bu konuda en yaygın kabul gören etki, siyah rengin ölümü, kırmızı rengin de cinselliği çağrıştırmasıdır. Bu nedenle cinselliğin pazarlandığı mekânlar kırmızı ışıklarla aydınlatılır, Sevgililer Günü’nün sembolü kırmızı güldür, kadınlar dudaklarında ve tırnaklarında çoğunlukla kırmızı renk kullanır, Victoria’s Secret en çok kırmızı renkte iç çamaşırı üretir.
Bu konuda yapılan bir araştırmada kadınlardan, bir dizi erkek resmini çekicilik sıralaması yaparak değerlendirmeleri istenmiştir. Bu değerlendirmede kırmızı renkli gömlek giyen veya resmi kırmızı renkli çerçeveye yerleştirilen erkeklerin daha çekici bulundukları görülmüştür.
Benzer şekilde koku partner seçiminde düşünüldüğünden çok daha büyük bir etkiye sahiptir. Genetik olanların farklı kokusu, kişiye cinsel bakımdan daha çekici gelir. Bunun türü sürdürmek için çeşitliliğin öneminden geldiği düşünülmektedir. Çünkü genetik benzerlik türün devamı için risk taşır. Kapalı toplum içinde eş seçmek, sonraki kuşakların bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açar (5, 6).
Kararlarımızda, farkına varmadığımız dış koşullar tarafından yönlendirildiğimizi itiraf etmek kolay değildir. Birçok kişi bunu öğrendiğinde duruma tepki verir ve karşı çıkar. Yönlendirildiğini öğrenmek, aldatılmışlık duygusu yaratır ve insanı rahatsız eder. Hayatın birçok cephesinde insanlar kendilerinin ortalamanın üzerinde olduğuna inanır. Bu inancın doğal uzantısı, kararlarımızın özgür irademiz tarafından şekillendiğini düşünmektir. Bunun aksini aklımıza bile getirmek istemeyiz.
Bu nedenle, bir satış danışmanının önerisi size birdenbire çok cazip geliyorsa, nedenini açıklayamadığınız bir şekilde birinden çok hoşlanmaya başlıyorsanız, yukarıda anlattığım dış koşullar tarafından etkilenmiş olma ihtimaliniz çok yüksektir. Vereceğiniz kararlar ve yapacağınız seçimlerde bu gerçeği göz önünde bulundurmak size öngöremeyeceğiniz yararlar sağlayabilir.
(*) Bu yazı Remzi Kitabevi’nde yayınlanan “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker” kitabından bazı değişikliklerle alınmıştır.