İnsanların ait oldukları sosyal statüye göre neleri giyip, neleri giyemeyeceği konusundaki kuralların başlangıcı Eski Roma’ya kadar uzanır. Giyim kuralları zamanın içinde değişim göstererek bazen yazılı ve zorlayıcı yasalarla, bazen de toplum baskısı aracılığıyla günümüze kadar gelmiştir. Yasalara göre 17. yüzyılda İngiltere’de sadece asiller kürk, dantel ve ipekli kumaşlar giyebilirdi. Buna karşılık fahişeler, başlarını örten ve saf olmadıklarını belirten çizgili kapüşon giymek zorundaydı.
Günümüzün demokratik toplumlarında insanların giyimlerini ve kullanacakları aksesuarları yasalarla belirlemeyi kimse aklına getirmez. Ancak Eski Roma’dan kalan sosyal statü anlayışı bir şekilde devam etmekte, pahalı markalar giymek / kullanmak üstün bir statü göstergesi olarak algılanmaktadır. Bu durum, pahalı markaları alacak mali gücü olmayanların da ucuz taklitlere yönelmesine neden olmaktadır.
Yüksek fiyata satılan gerçek bir Louis Vuitton, Gucci, Prada vb. markalı bir çanta, ayakkabı veya aksesuar kullanmak ile taklidini kullanmak arasında bir fark var mıdır? Bu soruyu sorduğumuz zaman akla bunu izleyen başka sorular gelmektedir. Gerçek markaları kullanan insanların özgüvenlerinde bir yükselme, benlik algılarında olumlu yönde bir farklılık olur mu? Taklit markayı giyen için de tam tersi bir durum mu geçerlidir? Hatta daha da ileriye giderek, “Gerçek markaları kullananlar ile sahtelerini kullananlar arasında, ahlaki normlara ve kurallara uyum açısından bir fark var mıdır?” sorusunu sormak da mümkündür.
Duke Üniversitesi Davranışsal Ekonomi bölümünden Dan Ariely ve ekibi(1)(2) bu konuyu araştırmış ve çok ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Araştırmaya katılan Duke Üniversitesi kadın MBA öğrencileri üç gruba ayrılmış ve her gruptaki deneklere Cholé marka güneş gözlükleri verilmiştir. Birinci gruba gözlüklerin gerçek olduğu, ikinci gruba sahte olduğu söylenmiş, üçüncü gruba ise gerçek veya sahte olduklarıyla ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir.
Katılımcı kadınlara, gözlüklerini takarak koridorda dolaşmaları, posterlere, camdan dışarıya bakmaları söylenmiş ve izlenimlerini değerlendirmeleri istenmiştir. Daha sonra deneklere dikkat, hız ve belirli ölçüde matematik becerisi gerektiren bir test verilmiştir. Araştırmacılar bu testte, deneklere hile yapma ve doğru cevap sayılarını kendi istedikleri kadar fazla gösterme imkânı vermekte ve daha sonra hile miktarını saptayabilmektedir.
Araştırmanın amacı, gerçek ve sahte ürün kullandığını düşünen deneklerin, test performanslarında hile yapma yönünde bir fark olup olmadığını görmektir. Ariely ve ekibi diğer çalışmalarında olduğu gibi bu araştırmada da, sonuçları çarpıtma fırsatı tanındığında her gruptan bunu yapanların çıktığını görmüştür. Ancak kullandıkları gözlüklerin hakiki olduğu bilgisini alanlar yüzde 30, sahte bilgisini alanlar yüzde 71 oranında dürüst olmayan davranış göstermiştir. Kendilerine kullandıkları gözlüğün gerçekliği konusunda bilgi verilmeyenler ise yüzde 42 (istatistik anlamlılık taşımayan) oranında hile yapmıştır.
Bütün gözlüklerin gerçek Chloé ürünü olduğunu, sadece deneklere verilen bilginin farklı olduğunu hatırlattıktan sonra, araştırmanın böyle sonuç vermesinin nedenlerini ve günlük hayatta ne anlama geldiğini incelemek gerekir.
Sosyal psikologlar bu durumu benlik işaretlemesi (self signaling) adını verdikleri bir kavramla açıklamaya çalışırlar. Her insan kendisini, zevkleri ve karakteriyle özel biri olarak görmekle beraber, kendisini tam olarak bilmediğinin de farkındadır. Bu yüzden zaman zaman toplumda gördüğü şekilde davranarak kendi kişiliğini tanımlamaya çalışır. Başka insanları davranışlarıyla, kendimizi ise niyetimizle değerlendiririz. Bu arada bazı davranışları da taklit ederiz. Örneğin dilenciye para vermek, kişinin kim olduğu, karakteri, ahlaki normları konusunda bilgi vermez. Ancak dilenciye para veren bir kişi, bu davranışın sağladığı bilgiyle “benlik işaretlemesi” olarak kendisini müşfik ve hayırsever bir insan olarak görür.
Araştırmadan da görüldüğü gibi, kullandığı gözlüğün sahte olduğu bilgisine sahip olan bir insanın, bu davranışından dolayı kişilik algısı da etkilenmekte ve bir alanda doğru yoldan saptığı duygusunu yaşadığında, diğer alanlarda da küçük ahlaki ihlaller yapmaya daha yatkın olmaktadır. Bu konuda Victor Hugo, “Az yalan söylenmez, yalan söyleyen her yalanı söyler,” demiştir. Çetin Altan ise, yıllar önce yazdığı bir yazısında, “Gerçek başarı, yalan söylemeye ihtiyaç duyulmayacak düzeye gelmektir,” diyerek başarı konusunda ufkumuzu genişletmiştir.
Duke Üniversitesi Davranışsal Ekonomi bölümünün araştırmasından çıkarılabilecek sonuç şudur: Arkadaşınız veya flörtünüz sahte ürünler kullanıyorsa, “dikkat edin”. Bu kişinin farklı alanlarda da dürüst olmayan davranışlarıyla karşılaşma ihtimaliniz yüksektir. Bizim son sözümüz de şudur: Gerçek ürünleri kullanmak insanları daha dürüst yapmaz, ancak sahte ürün kullanmak dürüstlük eşiğinin (honesty treshhold) aşılmasını ve gerçeği çarpıtma eğilimini artırır.