Kaynak Dergisi’nin 77 sayısı “Üniversite İş Hayatına Ne Kadar Hazırlıyor” başlığıyla okuyucuyla buluştu

Değerli Kaynak Dostlarımız,
Gelecek, bilgiyi işleyebilen, zihinsel esnekliği yüksek gençlere ihtiyaç duyuyor. Sorgulamaktan uzak, ezbere ve bireysel başarıya dayalı zayıf bir eğitim sistemi; interdisipliner, multidisipliner ve transdisipliner çalışmalarla evreni ve insanı anlamaya olanak sağlayamıyor ve oyun değiştiren inovatör olmaları için gençleri eğitemiyor.
Bilimle yatıp, bilgiyle kalkmadan çağı yakalamak ve inovatif olmak mümkün mü? 21.yy’da eleştirel düşünce, yaratıcılık, karanlık veriyi okumak, işbirliği ve iletişim becerileri öncelikli yetkinlikler arasında yer alıyor. Uzmanlıklarla iç içe giren bu yetkinlikler her meslekte önem kazandı. Bilgi, beceri ve yetkinlik geliştirmenin üniversite mezuniyetiyle doğrudan ilgili olmadığını, ancak öğrenme merakı ve deneyimle ilgili olduğunu görüyoruz.
James Collins; “kitapların firari içeriği, ışığın bir camdan geçmesi gibi, zihnimizin ve ruhumuzun içinden geçip gidiyor’’ diye hayıflanıyormuş. Toplumca, insan zihninin güçlükleriyle öğrendiğini, öğrettiğini ve uyguladığını bilemeyenler çemberinde sıkışıp kalıyoruz. Ne yazık ki ülkemizde akademisyen kadrosu güçleneceğine zayıflıyor. Üniversite diploma veren, ama gelecek ve umut vermeyen kurumlar haline dönüştü. Okullara kayıt olanların sayısının artmasına değil, bilgiyi üreten – sunan ve öğrenip kullanabilen- bireylere ihtiyaç var. Bugün için bilim ve onun hayata entegrasyonu bir tercih değil, çağdaş gelişimin ahlaki ve vicdani en güçlü parçasıdır.
Dünyadaki ve özellikle ülkemizdeki güncel krizlerin bitmek tükenmek bilmeyen yıpratıcılığına rağmen insanlık tarihinin iyi yönde evrildiğini biliyoruz. Öğrenmek dürtülerimizdeki kodlarda olduğu kadar, duyularla dış dünyadan aldığımız sinyallerin kaydedilmesiyle gerçekleşiyor. Tekrar ederse, pekişerek kalıcılığını arttırabiliyoruz. Ne var ki canlılık yaşamında olmayan ve sadece insana özgü olan, okuma, dinleme, uygulama yoluyla edinilen bilgi kaydı görmek veya duymak gibi doğal bir eylem değil. Okul öğrenmeleri salt okumaya ve ezbere dayanırsa insan için çok yabancı bir bilgi türünü temsil eder. Bilgi; edinilmeden ve defalarca kullanılmadan gereksinim duyulduğunda otomatik olarak tetiklenen bir refleks değildir. Öğrenme heyecanını I. sistemle hissetmek, II. sistemle emek vermek, sebat etmek, üzerine düşünce inşa etmek gibi konuları kapsar ve kalıcılaşmasında deneyimin rolü reddedilemez.
İleriki yıllarda zamanlarının önemli bölümünde çalıştıkları işi yükseltmek için emek verecek gençlerin öğrencilik yıllarındaki eğitim aktiviteleri iş hayatında üstlenecekleri rollerle örtüşmüyor. Okul yıllarının toplumsal değere çevrilebilmesi, yükseköğrenimin teknik eğitim anlayışını değiştirerek gençlerin yetkinlik gelişimini destekleyecek yenilikçi bir eğitim sistemine geçiş yapmasıyla mümkün. Meslek lisesi memleket meselesi (MLMM) ve Köy Enstitüleri anlayışı günün koşullarına uyarlanarak geliştirilmeli. Aynı zamanda, iş hayatını temsil eden kurumların öğrencilere ne olduğu anlaşılmayan “zorunlu staj”ın ötesine geçen deneyim fırsatları sunması gerekiyor.
Yaşamda her dönemeç bir öğrenme olanağı sunar. Ancak bilgi birikimi ve uzmanlaşmanın en yoğun olduğu yaş döneminin gençlik ve erken orta yaş olduğu bilgisini göz ardı etmeden eğitim ve iş hayatı arasındaki bağı özellikle bu dönemde güçlü tutmak gerekiyor.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Zuhal Baltaş
Kaynak Dergisi “Üniversite İş Hayatına Ne Kadar Hazırlıyor?” sayısını okumak için aşağıdaki adresi ziyaret edebilirsiniz.
http://www.kaynakdergisi.net/default.asp?sayi=77

Share Article

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

TOP